Tarih 15 Nisan 1989. Federasyon Kupası yarı finalinde oynanacak Liverpool-Nottingham Forest maçı için on binlerce taraftar Sheffield Wednesday'in mabedine doluşuyordu. Fakat ters giden bir şeyler vardı. Uyarılara rağmen maça biletsiz binlerce taraftar akın etmiş, kale arkası tıklım tıklım olmuştu. Oluşan izdihamda ayaklar altında kalanlar, tribünden düşenler ve yardımı bekleyemeden hayata gözlerini yuman tam 94 kişi vardı. Steven Gerrard'ın kuzeni Jon-Paul Gihooley de ölenlerden biriydi. O gün 9 yaşında olan Gerrard'ın, artık hayata dair tek bir amacı vardı: Jon Paul için, nefesi yettiğince Liverpool forması giyecekti.
Merseyside'da doğmuş her çocuk gibi Steven'ın da 2 yolu vardı, ya küçüklüğünün takımı Everton'ı seçecek, ya da kuzeninin ardından verdiği sözün arkasında duracaktı. O, 2. yolu seçti. 9 yaşında Liverpool Akademisi'ne kayıt olan Gerrard için bu, yıllarını vereceği forma adına attığı ilk adım olacaktı. Bir kaç kulüp denemesinin ardından Manchester United tarafından da denenen Gerrard, belki de tam da o an, yanlış kırmızının yolunda olduğunu anladı. 1997'de de Liverpool ile ilk profesyonel sözleşmesini imzaladı.
Genç Gerrard için Anfield'ın yolu açıktı. Zira Liverpool, son şampiyonluğunu 1989'da yaşamıştı. 70'ler ve 80'lerde İngiltere ve Avrupa futbolunu kasıp kavuran Merseyside'ın kırmızı yakası için durgunluk yıllarıydı. Neredeyse 10 yıl, zirveden uzakta geçmişti. Tüm bu etmenlerin yanında, Steven Gerrard 18 Kasım 1999'da Blackburn karşısında, son dakikada oyundan çıkan Vegard Heggem'in yerine oyuna dahil oldu. Çimlere ilk adımını attığında içi titreyen, biraz ilerledikçe kariyerinin başında verdiği sözü hatırlayan, bir yandan da maçın son dakikalarında kendisini ''You'll never walk alone'a'' kaptırmış Liverpool taraftarlarının karşısında bulan Gerrard, yıllar sonra bu stadyumda ayakları yere bastığında milyonların içini titretecekti. Şimdilik sadece genç bir orta saha oyuncusuydu... O sezon sakatlığı bulunan takım kaptanı Jamie Redknapp'ın boşalttığı mevkide, orta sahanın ortasında tam 13 maça çıktı. Zaman zaman sağ açıkta da oynuyor, fakat istenilenin uzağında kalıyordu. Onun karakteri, tam bir orta saha oyuncusuna uygundu aslında. Zamanında yaptığı müdehaleleri, sakin oyunu ve iğne deliğinden geçirdiği paslarıyla birlikte, kırmızı formanın altında karizmatik bir defansif orta saha görünümü veriyordu. Sarı saçları, ip gibi ince kaşlarının altından Kop'a doğru doğrulttuğu kararlı bakışlarıyla Gerrard, kırmızı formayla bir devrin adamı olacaktı.
Çaylak sezonunun ardından, ilkleri yaşayacağı sezon olan 99-2000 sezonu gelip çatmıştı. Orta sahanın ortasında ona eşlik eden ilk takım arkadaşı ve aynı zamanda kaptanı Jamie Redknapp'la Sherlock Holmes ile Dr. Watson'ı andırıyorlardı. Bir Merseysidelı olarak, Gerrard'ın bildiği en iyi şeylerden biri de Merseyside Derbisi'ydi. Kariyerinin ilk Merseyside Derbisi'ne yedek kulübesinde başlayan Gerrard, tıpkı onun gibi bir Liverpool efsanesi olan - zira Gerrard da olacak - Robbie Fowler'ın yerine oyuna dahil olduktan sonra Evertonlı Kevin Campbell'e yaptığı faulun ardından kırmızı kartla birlikte bir kez daha kulübenin yolunu tuttu. Bu onun ilk kırmızı kartıydı... İlk golü ise uğruna senaryolar yazdıracak cinstendi. Kuzenini kaybettiği, yaşama amacını belirlediği Hillsborough faciasının yaşandığı Sheffield Stadyumu'nda gelmişti.
Kariyeri boyunca yaşayacak olduğu sakatlıklar, onu ilk kez bu sezon rahatsız etmeye başlamıştı. Gerrard, sağlığına kavuşur kavuşmaz adını Anfield'da hissettirmeye başlayacaktı. 2000-01 sezonunda tam 50 maçta forma şansı bulan Gerrard, attığı 10 golün yanında Federasyon Kupası, Lig Kupası ve UEFA Kupası ile kariyerinin ilk üç madalyasını boynuna geçirecekti. Omuzlarında bir tek Şampiyonlar Ligi ve Premier Lig apoleti eksikti genç Gerrard'ın. Efsane bir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşayacaktı ama Premier Lig onun hiç kavuşamadığı sevgilisi olacaktı.
Bir sezon sonra, Sami Hyypia'nın ardından takımın 2. kaptanı olacaktı Gerrard, onun kariyerinde büyük bir yeri olan hocası Gerard Hoillier onun için: ''Onda bütün liderlik meziyetleri mevcut, sadece zamanı gelmeli...'' diyordu. Ah, bir tahmin bu kadar mı yerinde olurdu? Gerrard, onu da yalancı çıkartmayacaktı. Kupasız geçen 2003-04 sezonunun ardından Hoillier kulüpten ayrılırken, Gerrard'ın kapısını Londra'dan takım elbiseli adamlar çalıyordu... Milyarder Abramovich'in adamları onun için 20 milyon Sterlin biçmişti, o ise Liverpool'da kalmayı tercih etti. Üstelik, kulübede taktik tahtasının bir dönem üstadı olan Rafael Benitez vardı. Kesinlikle doğru seçimdi!
Bir sonraki sezon, onun ve Liverpool tarihi için bir destanın yazılacağı sezon olacaktı. Aslında sezon başlarında yine çok çekiyordu sakatlıklardan Liverpool, fakat Premier Lig'deki başarısızlık, muhteşem bir zaferle unutturacaktı kendisini. Liverpool, Şampiyonlar Ligi finalinde Milan ile İstanbul'da karşılaşıyordu. İstanbul, yüzlerce yıl boyunca büyük devletlerin zafer hayallerini taçlandıran şehirdi. Bir futbol takımı tarafından yeniden fethedileceği nereden bilinebilirdi ki? Maldini'nin 1. dakikada attığı golün ardından dönemin lüle saçlı Arjantinli'si 2 golle durumu 3-0 Milan lehine tayin edecekti. Rafael Benitez gerçekten bir ustaydı, bunu gösterme vakti de gelmişti. 54'te Gerrard'ın, 56'da oyuna 2. yarıda giren Smicer'in ve 60'ta da Gerrard'a partnerlik eden en güzel adam Xabi Alonso'nun golleri skoru 3-3 yapmıştı. Penaltılara giden maçta Serginho ve Pirlo'nun kaçırdığı penaltılara Hamann ve Cisse ile karşılık veren, noktayı da 2. golün sahibi Smicer'le koyan Liverpool, İngiliz gazetelerinin manşetini de belirlemişti. ''What a comeback!'' Maçın adamı ve turnuvanın en değerli futbolcusu seçilen Gerrard, maçtan sonra şöyle diyordu: ''Böyle bir geceden sonra bu takımdan nasıl ayrılabilirim?''
Ertesi sezon, 53 karşılaşmada 23 gol atan Gerrard, kariyerinin en verimli dönemini geçiriyordu. Federasyon Kupası finalinde 2 gol atarak takımının West Ham karşısında kupaya uzanmasını sağlayacak ve Profesyonel Futbolcular Derneği tarafından yılın futbolcusu seçilecekti. Şampiyonlar Ligi'nde ise, destan yazdıkları Milan'a karşı yarı-finalde elenmeyle yetineceklerdi...13 Nisan 2008'de, Liverpool formasıyla 300. maçına çıkan Gerrard, sezonu 21 golle kapatacak, ve üstelik harika bir partner edinecekti. Xabi'nin ayrılmasının ardından ileri uçta Atletico'dan gelen Torres'le yakaladıkları uyum Liverpool'a harika bir hava getirecek, PFA'in yılın takımında kendisine yer bulacaktı. Ne yazık ki sakatlıklar, onun yakasını bırakmak bilmiyordu artık... 10 Mart 2009'da Liverpool ile 100. Avrupa maçına çıkan kaptan için yavaş yavaş yolun sonu görünüyordu.
Yakın tarihe geldiğimizde de, Merseyside'ın kırmızı yakası için başarısızlık hikâyesi devam ediyor aslında. Büyük umutlarla girilen yeni sezonlar, yanlış transfer hamleleri ve Amerikan başkanların gölgesinde Liverpool, tüm bu olumsuzlukların ve başarısızlık öyküsünün yanında hala İngiltere'nin içeride ve dışarıda en başarılı takımı ünvanının sahibi.
Steven Gerrard, Anfield Road'a ayak basmış en güzel adamlardan biri. Kazanılan veya kazanılamayan kupalar bir yana, yönetim-futbolcu-taraftar üçgeninin merkezinde hala o yer alıyor. Real Madrid'in uğruna 40 milyon Sterlin döktüğü, bir çok otoritenin ayrılmamakla suçladığı Gerrard, kariyerinin son demlerine geldiğinde, Merseysidelı o küçük çocuğun haykırışlarını hala içinde hissediyor. Onun bir amacı vardı. Sevdası uğruna ölen kuzeni Jon-Paul için o, aynı sevda uğruna kırmızı formayı sırtına geçirmişti. Liverpoollular iyi bilir. O formayı sırtınıza geçirip, Anfield çimlerine çıkan koridorun sahaya yönelen merdivenlerinin başında ''This is Anfield'' yazısına elinizi bir kez vurur, You'll never walk alone'a da ucundan bir kez eşlik ederseniz, sonsuz bir sözleşmeye imza atmış sayılırsınız. Bir kez kırmızıysanız, daima kırmızı kalırsınız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder