19 Ocak 2013 Cumartesi

Sevmek Bir Ömür Sürer


Geçen günlerde yabancı kaynaklı bir Liverpool forumunda ''Liverpool için umutlanmak adına 5 neden'' konulu bir yazı okumuştum. Güzel bir analiz olduğunu inkâr edemem. Lâkin, belki de dünya üzerindeki en romantik kulübe karşı umut beslemek, bu kadar basit olmamalı. Daima Liverpoollu olduğumu söylerim, gurur duyarım. Sorsanız, tek maçına gitmeyi bırakın, formasına bile sahip değilim. Üstelik kilometrelerce uzaktayım. Liverpool, bana benzer milyonlarca taraftara sahip. Belki de yer yüzünün en küresel takımı. Sosyal paylaşım sitesi Twitter'da Tayland, Hindistan gibi hiç olmayacak ülkeler adına açılmış bizzat kulüp destekli taraftar hesapları var. Peki; 20 yıldır şampiyon olamayan bir takıma beslenen bu sevgi, böylesine endüstriyelleşen bir futbol düzeni için fazla değil mi?


Kuruluş yıllarından 80'lerin sonlarına bakıldığında, İngiltere üzerindeki konumunun kulüp üzerine muhteşem bir etki yaptığını görebilirsiniz. Sanayi Devrimi'ne denk gelen yıllarda kurulan Liverpool, sağlanan iş hacmi nedeniyle öylesine göç alıyordu ki, şehir tarihin ilk ''multi-etnik'' merkezlerinden biri hâline gelmişti. Bunun yanında kendine has bir kültüre de sahipti. Bizzat Liverpoollu insanların kullandığı ''İngiliz ağzından'' yola çıkarak ''scouser'' ibaresi türetilmiş, üzerine onlara has bir sözlük bile basılmıştı. Böylesine bir şehirde doğan bir kulübün, kısa sürede çok fazla taraftara sahip olması, dolayısıyla başarılı olması içten bile değildi. Gerçekten de öyle oldu. Şehir, olağanüstü bir yapıya sahipti, Liverpool muazzam başarılıydı. ''Romantik'' taraftar yapısının temellerinde de bu yatar aslına baktığınızda. Zira, şehirde yaşayan insanlar geçim sorunu yaşamıyordu. Onlara bir uğraş, bir sevda, bir sahipleniş gerekiyordu. Bu duygusal bağı parayla koparmak imkansız gibi duruyor hâlâ... İşte Liverpool'un sahip olduğu en büyük kudretin doğuşu, kendi topraklarında böyle yatıyor.

Fakat tüm bu romantik düzenin yanında, içinde bulunduğumuz yıllar yazıktır ki futbola çok daha realist bir bakış açısıyla bakmayı gerektiriyor. Zira Ada'nın diğer büyüğü Manchester United, ipi devralmış durumda. Geçen sezon, 18 şampiyonluklu ''20 yıldır'' şampiyon olamayan Liverpool'u geride bıraktılar. Arsenal de kendisine gençlerden kurulu bir düzenle oynamayı motto edinmiş vaziyette. Chelsea, City, Tottenham ise parasal destekle başarı sağlamakta. Zaten bu 3 ihtimal, var olmak adına sistemin size sunduğu yegâne seçenekler. Doğrusunu söylemek gerekirse Benitez dönemini bir kenara bırakırsak, Liverpool hem başarısız, hem de ne yaptığı belli olmayan uzun bir süre geçirdi. Amerikalı başkanların kulübün başına sardığı kara bulutları saymıyorum bile. Zira, dünyada bu kadar çok parası olup, bu kadar beceriksiz başka insanlar bulamazsınız. Yakın tarihte kulüp hisselerini kendi cebinden ödediği parayla taraftarın kurtardığını söylersek, beceriksizliğin ne seviyede olduğunu anlaşılmış olacak sanırım. Liverpool'u bu sezon başında, az önce saydığım 3 sistemden birisine oturtan bir adam, Brendan Rodgers, makus kaderin yönünü değiştirecek adam olabilir.

Liverpool, Arsenal'la kıyaslanamayacak olsa da, büyük bir genç potansiyeline sahip. Suso, Sterling, Sturridge, Shelvey gibi oyuncuların yanında Gerrard ve Suarez'in muhteşem bir ortaklığı var şu anda. Evet, kulübün an itibariyle 7. olduğunu söylersem, bana ne saçmaladığımı soracaksınız. Lâkin, yapılanma süreçlerinin başlangıcı daima sancılıdır. Liverpool, Arsenal'la birlikte Premier Lig'in en sağlam mali yapısına sahip diyebiliriz. Üstelik Rodgers, taktik tahtasında da ortalamanın üzerinde bir adam, inkar etmek yanlış olacaktır. Kişisel görüşümü beyan etmem gerekirse, Liverpool kısıtlı genç yeteneklerini Arsenal'den daha efektif kullanıyor, en azından lig tablosundaki durumları, kabullenilebilir bir seviyede. Bunun yanında Luis Suarez şimdiden 20 gol barajına ulaştı. Günümüz değerlerinde ''ortalama'' olarak sınıflandırılan bir takım için Liverpool, tahtına dönmek adına bir çok olumlu nedene sahip. Tüm nedenleri bir yana bırakın, sahada Steven Gerrard gibi bir oyuncunuz varken, bazen fazlasını yapmanız gerekmiyor. Saha içinde yıllanmış bir şaraba sahipler. Gerrard'ın attığı her pası hâlâ hayranlıkla izleyen bir taraftar kitlesi var.

Taraftar meselesine gelince. Şehir, 19. yüzyılın sonlarındaki havasından hâlâ bir şey kaybetmiş değil. Anfield Road'da büyük boşluklar görmek, ancak maç bittikten sonra mümkün olabiliyor. Başarısızlık sebebiyle sahaya sırtını dönenler de var fakat böylesine romantik bir havanın rüzgarına kapılmamak mümkün değil, onlar da fazla direnemiyor. Liverpool, PSG, ManC, Chelsea ve daha nicelerinde olmayan bir güce sahip tam da bu noktada: Başarıya odaklı olmayan bir taraftar kitlesi. Bahis şirketlerinin Liverpool galibiyetine gülünç oranlar verdiği United derbisinde, maç öncesi ''You'll never walk alone'' söyleyen Scouserlar, kilometrelerce ötede herkesin tüylerini diken diken etmişti, en yakın örnek olarak bunu verebiliriz sanırım. Bu günlerde Beşiktaş'ın FEDA sloganı, bu şehirde 20 yıldır hakim. Onlar, Leyla'dan geçip Mevla'ya varan Mecnun misali, üzerinde formaları, Liverpool peşinde savrulup durmaya devam ediyorlar...

Bitirmeden önce... Az önce saydığım her şey tuzla buz olabilir. Liverpool küme düşer, batar veya bir yirmi yılı daha kupasız geçirebilir. Fakat Liverpool, en kötü döneminde dahi ders verebilecek yegâne kulüp. Hiç bir Liverpoolluyu kupa beklerken göremezsiniz şehirde. Kimse ''bu sene de olmadı'' demez, ''bugün de Liverpool'u izleyebildik...'' der daima. Fakat, endüstriyel futbolun da bir gün sonunun geleceği, devrin döneceği aşikâr. Onları yakalamak için 20 yıl geçmesi gerekti. Bütün bu süreç, belki de bir çok dersi beraberinde getirdi. Arap hayalinin bittiği gün, bir Liverpoolluyla karşı karşıya gelmek, makus kaderin değişeceği gün olacak belki de. 

Yalnız yürümeyenlere selam olsun! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder