12 Şubat 2013 Salı

İki yaka, bir adam: Jamie Carragher


“Aşıklar şehri” Paris, güzeller güzeli Venedik sadece şehir efsanesinden ibarettir. Çünkü aşk, gönle düştüğü yerde güzeldir ve aşkın gönle düştüğü yer işte o zaman “aşıklar şehri” denilecek kadar anlamlıdır. Yıllar da geçse üzerinden; ağarsa da saçları, yavaşça bükülse de beli, “taş yerinde ağırdır” misali, aşık, aşkın gönle düştüğü yerde güzeldir… Carragher için Liverpool, aşkın gönle düştüğü yerdi. Üstelik bu şehir, onun iki aşkına da kucak açacak kadar güzeldi. Küçük bir çocukken şehrin “mavi yakasına tutuldu Carragher. Daha sonra da “kırmızısına”… 35’ine geldiğinde şehir onun için hâlâ aynı güzellikteydi. Aşkın gönle düştüğü yerde, “iki yakası bir araya gelmeyen” bir aşık için Paris, “aşıklar şehri” olabilir miydi?

Liverpool ile Everton ilişkisi, dünyanın diğer hiçbir derbisine benzemez. Çünkü bu iki takım arasındaki rekabet ne kazanmaktan, ne de büyüklükten ibarettir. Belki de Carragher’ın kariyerini daha anlamlı yapan da işte bu ilişkiydi. Küçüklük yılları Everton peşinde geçecek fakat yeşil sahaya ilk adımını Liverpool’da atacaktı. Belki de 9 yaşındaki bir çocuk için o yıllarda Liverpool’un ardından esen fırtına, bu kararın en büyük nedeniydi. Fakat sebep ne olursa olsun, 9 yaşında Liverpool’un kapısından içeriye giren Carra, Anfield’da tam 24 yıl geçirecekti. Hiçbir zaman harika bir futbolcu olmayacak, Liverpool’la hiç Premier Lig şampiyonluğu yaşayamayacaktı… Kim bilir, belki de burası futbol oynamak için yanlış yerdi. Fakat sevmeye değer bir şey varsa, Liverpool gerçekten de o şeydi.

Alt yapıda geçirdiği 6 yılın ardından, 1996 Ekim’inde Carra, M’Boro karşısında ilk kez Anfield’a ayak basıyordu. Merseyside'lı bir çocuk için bu hayalden de öteydi. Carra’ya bol gelen o kırmızı forması için tribünde yanıp tutuşan tam 40.000 taraftar vardı! Tıpkı, iki sevgilinin ilk buluşması gibiydi. Heyecan verici, ürpertici ama güzel… Daha da güzel olacaktı. Carra ilk golünü kafayla atarken topla buluşmadan önce kale arkasındaki KOP tribünü ile göz göze geliyordu. Dakikalar önce 16 yaşındaki bu çocuğu zangır zangır titreten Anfield, şimdi şarkılarını onun için söylüyordu. Carragher o dakikadan itibaren bir daha “asla yalnız yürümeyecekti”.  Devamı da gelecekti üstelik. Ertesi sezon 20 maça çıkan Carra, 2 sezon sonra ise sadece 4 maç kaçıracaktı. Gerard Houillier ondan bir “adam” yaratacaktı. Tıpkı Gerrard’a yaptığı gibi…

Müdahale yeteneği oldukça yüksekti, üstelik gençliğin verdiği bir kondisyona da sahipti. Defansif bir orta saha oyuncusu için gereken her şeye sahipti Carra. Fakat, doğrusunu söylemek gerekirse çok yetenekli değildi. Lâkin, onu farklı kılan bir çok şeye sahipti. Anfield da zaten böylesini severdi. Üstelik ilk başarılarını da bu dönemde tadacaktı Carra. FA Cup, Lig Kupası, Community Shield (İngiltere Süper Kupası), UEFA Kupası ve Avrupa Süper Kupası…  Liverpool için 80’leri andıran en güzel dönemdi şüphesiz. Takımda Premier Lig’in kuruluşundan bu yana gözle görülür bir düşüş vardı. Fakat tribünler hâlâ dolu, şehir hâlâ zafer sarhoşuydu. İşte Carragher’ın burada 24 yıl boyunca iki yakasını bir araya getirmeyen sevdanın özeti buydu. Ne aşık mükemmeldi, ne de maşuk. Ama birbirlerini seviyorlardı… İşte o misal, Carra’yı hiçbir başarısızlık buradan ayıracak kadar üzücü, hiçbir para da onu satın alacak kadar büyük değildi. Zaten Liverpool’a dair bir çok hikâye, Yeşilçam filmlerini andırır ya, bu da aynen öyleydi.

Rafael Benitez’in gelişi, onu bir kez daha sahanın bir başka köşesine itecekti. Fakat değişmeyen bir gerçek vardı. Kulübeye kim gelirse gelsin, Carragher’a sahada mutlaka yer buluyordu. Benitez de bulmuştu. Carragher, kariyerinin kalanını defansın ortasında tamamlayacaktı. Reina’nın önünde, Gerrard’ın arkasında. Bazen KOP’a sırtını dayayacak, bazen de üzerine gelen adamları savuştururken KOP’la göz göze gelecekti. Üstelik rüya sezon da gelip çatmıştı. Liverpool, 2005 Şampiyonlar Ligi finali için İstanbul’a geliyordu. Liverpool ile tanıştığım o gece, kelimenin tam anlamıyla futbol adına kutsal gecelerden biriydi. Liverpool tarihinin hiç şüphesiz en büyük zaferine tanıklık ediyordum ve sizi temin ederim ki o gece sahadaki hiçbir şey, futbol kitabında yazan hiçbir şey ile açıklanamazdı. Carra, efsanevi zaferin bir parçasıydı. Tıpkı “iyi günde de, kötü günde de” yemini etmiş gibiydi. Zira en kötü dönemine ortak olduğu Liverpool’un, en güzel gecesinde de yine o vardı. Bir futbolcu değildi de, sanki bir Liverpoollu gibiydi. Şehrin çocuğu, “bizimki”…

O geceden bu yana kadar bir kez olsun Liverpool’dan ayrılması dahi gündeme gelmedi Carra’nın. Liverpool yavaşça kalburüstü takımlardan biri hâline geldi. Futbol ruhunu paraya teslim ettiğinden bu yana zaten Liverpool hep böyle oldu. 2005’ten sonra Carra ve Liverpool adına lafımı kesip sizlere anlatacağım bir zafer anısı olmadı. Zaten bu birliktelik, çok zafere de gebe değildi. Belki güzel bir futbol hikâyesi çıkmaz Carra’nın 24 yılından fakat bir aşk hikâyesi için onun Liverpool’da geçirdiği zaman, gerçekten biçilmiş kaftan.

Cahit Sıtkı ne güzel de söylemiş, “Yaş 35, yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün…” diye. Bundan 24 yıl önce “şehrin diğer yakası” için atan bir kalp, bundan 19 yıl önce ilk kez Anfield’a ayak basmıştı. Artık adımları daha yavaş; fakat sağlam, saçları daha ak, fakat yıllanmış…  Carra’nın gönlüne aşk düştüğü şehrin her sokağında onun vedası için adı anılıyor şimdi. Yaşlandığı üzücü fakat gerçek. Ama değişmeyen bir şey var, 35 yıl önce gönlüne düşen aşktan olacak, bugün hâlâ “iki yakası bir araya gelmiyor” Carragher’ın.

Unutmadan… Carragher, çok şey kazanmadı. Fakat, onun dışında hiç kimsenin kazanamayacağı bir şey kazandı. Kariyeri boyunca Everton adına yalnızca bir gol atmak istemişti. Attı da… Hem de Liverpool formasıyla. Belki de “iki yakasının bir araya geldiği” gece, işte bu geceydi. Şimdi, hâlâ en güzel aşk hikâyelerinin Paris’te olduğuna inanıyor musunuz?


1 yorum:

  1. Sevgili Şahin yazılarını zevkle okuyor, ve takip ediyorum. Emeğine, kalemine sağlık yazılarının devamını dilerim.

    YanıtlaSil