Kötü oynayıp kaybetmek, bir kamçı niteliğindedir. İyi oynayıp kaybetmek ise, kaybetmenin kendisinden de fena şeydir. Düştüğünüzde kalkmak istiyorsanız, kalkmaya yeltenmeden önce neden düştüğünüzü bilmeniz gerekir. Galatasaray'ın iyi oynarken kazanamıyor oluşu, takım üzerinde belki de en korkutucu etki olan rehaveti getirdi...
Barcelona Modeli'nin Zaafları
Pasa dayalı oyun modellerinin atası olarak Barcelona'yı örnek alıyorsanız, ilk önce iskelete göz atmanız gerekir. Eğer "al da at" diyecek paslar atan bir oyun kurucunuz, aldığında da atacak bir forvetiniz yoksa oynadığınız oyun ne yazık ki alehinize işliyor. Galatasaray'ın en büyük sıkıntısı da bu noktada beliriyor...
Orduspor maçından itibaren başlayan periyotta Galatasaray'ın en büyük sıkıntısı, rakip alana yığdığı oyunun bitirici bir pozisyonla sonuçlanamıyor oluşuydu. Chelsea'nin Barcelona modelinin üstesinden nasıl geldiğini hatırlayalım... Bütün maç üzerlerine çektikleri Barcelona'ya karşı 2 maç boyunca 4-5 kontra-atakla sonuca giderek çözülmeyen Barcelona'nın da sahadan silinebileceğini gösterdiler. Orduspor'un da maça yaklaşımı aynen bu şekilde oldu. Galatasaray oyunu domine etti fakat bir stratejiye bağlı kalamadı. 2 hızlı atağa da engel olamayınca, sahadan 2-0 mağlup ayrıldı...
Sorun gayet açık fakat çözülemeyecek cinstendi. Maestro apoletini omuzlarına yüklediğiniz Selçuk İnan, istediğiniz verimi sağlayamıyor, Elmander'in yokluğunda da top ileride tutulamıyordu. E zaten pozisyonlar gelişigüzel hazırlanırken bir de ileride top tutamamak Galatasaray'a vurulan bitirici vuruş oldu.. Eskişehirspor maçında domine edilen oyundan sadece 1 gol çıkarılması, akabinde yine bir kontra-atak sonucu yalpalanan savunmanın topu ağlarında görmesi... Braga yarı alanına yıkılan oyun, Braga'nın hızlı geliştirdiği 2 atak ve kalede görülen 2 gol.. Birbirine benzeyen 3 senaryo ve 3 maçta alınan 1 puan...
Gençlerbirliği maçı adına en büyük handikap zaten oyun kuramayan Galatasaray'ın birde Selçuk'un yokluğuyla başa çıkacak olmasıydı.. İleride presi sağlayan ve top tutan Elmander'in varlığı, hücumları en azından diri tutsa da orta saha üstülüğünün rakibe verilmesi intihar niteliğindeydi. Maç 3 kez el değiştirmiş olsa da, Galatasaray adına en kesin dersin çıkarıldığı maç kesinlikle kötü serinin 4. maçı olan Ankara deplasmanıydı. Umut ve Elmander'in birlikte oynaması, rakip sahada yapılan pres ve buna kanat oyuncularının da varlığı eklenince aslında haftalardır gün gibi ortada olan sıkıntının oyun kurucu oyuncu eksikliği olduğunu da anlamış bulunduk...
Rakamlarla Galatasaray
Galatasaray'ın, geçen sezon oynamaya çalıştığı, bu sezon da bocaladığı oyun planını rakamlara döktüğümüzde, neden kilit adamın Selçuk olduğunu çok daha net bir şekilde görüyoruz....
Maç başına %56 topla oynama oranı, Şampiyonlar Ligi maçlarını da içinde barındırdığını göz önüne alırsak, harika bir rakam gibi göze çarpıyor. Fakat, rakamların yanıltıcı olduğu da aşikar. İleriye doğru acele paslar ve sistemden yoksun bir hücumsal yapı akabinde sadece iki yana atılan alan boşaltma paslarından başka bir şey göstermiyor bizlere. Buna savunma dörtlüsü ve Muslera'nın hazırlık paslarını da eklediğimizde, Galatasaray'ın bir çok kez oyunu kurma aşamasında çöktüğü de açık açık görülüyor. %84'lük pas isabeti Barcelona Modeli'nin en güzel uygulanmış olan yönü şüphesiz, bireysel bir kaç istatistiği çıkardığımızda Galatasaray'ın maç başına kabul edilebilir sayıda top kaybı yapmış olduğunu görebiliyoruz.
Başından beri üstüne basa basa söylediğim Selçuk'un formsuz oluşu, kaleye atılan şutlarda da kendisini göstermiş. Maç başına 12 şut çeken Galatasaray, bunların sadece 4'ünde isabet bulabilmiş. Bu da istatistiklerin dilinde "yaramıyorsan, deleceksin" mantığıyla uzaktan şutların çoğu kez kurtuluş olarak seçildiğini göstermiş oluyor.
Savunmaya geçtiğimizde ise, oyunun en şaşırtıcı olan tarafıyla karşılaşıyoruz... Geride kalan 8 haftanın ardından, 19 gol atarken 12 gol yiyen Galatasaray, savunmada tehlikeli bir görüntü vermiyor! İşin garip yanı da buradan sonra başlıyor... Sonlandırılamayan hücumlar, engellenemeyen kontra-atakların da habercisi olmuş. Nitekim, Şampiyonlar Ligi'nde yenilen 3 golün 3'üde bu şekilde gelmiş. Orduspor maçında yenilen 2 gol, Eskişehir ve Gençlerbirliği karşılaşmalarında Galatasaray kalesinde golle sonuçlanan her pozisyon, sonlanamayan bir Galatasaray atağının akabinde gerçekleşiyor...
Galatasaray'ın Reçetesi Kendinde Gizli
Transfer dönemine uzunca bir zaman varken, Galatasaray ve Fatih Hoca sorunun kaynağını da kendi içinde bulacaktır. "Hiçbir oyuncu vazgeçilmez değildir" mantığı, geçen sezon olduğu gibi bu sezonda da takımın beynine işlenmeli.
Orta sahanın anahtarı, Yekta ve Engin ikilisinin dönüşünde gizli. Zira Engin'in zaman zaman olmaması gereken tutumları da olsa, varlığında Melo ile birlikte takımın ateşleyicisi kimliğine büründüğü de aşikar. Aynı zamanda, Yekta'nın hazırlık maçlarında ve sonradan oyuna girme fırsatı yakaladığı bir çok maçta etkili bir performans sergilediğini unutmamak gerek.
Savunmada Eboue de vazgeçilmez değil ve olmayacaktır, zaman zaman Hamit'in hatta Sabri'nin onun mevkiinde denenmesi, onu da kamçılayacaktır. İleri uçta da takım presinin en önemli parçaları olan Elmander&Umut ikilisinin varlığı, Fatih Hoca'nın Galatasaray'a uyarlamak istediği Barcelona modelinin kilit noktası olacaktır.
Bir Galatasaraylı olarak benim umudum hala sağlam. 96-2000 periyodundaki başarının da bir Ankara mağlubiyetiyle başladığını unutmamak gerek. Florya'nın sirkelenişi, Galatasaray adına umutları yeniden yeşertecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder