2 Şubat 2013 Cumartesi

Taçsız Kral Metin Oktay


Eğer ki yazarken hata ettiysem, eksik yazdıysam veya bir heyecanla abarttıysam, gaflete düştüysem affedin. Metin Oktay öldüğünde, bırakın dünyada olmayı, daha tohumlarım bile atılmamıştı benim. Formamı her giydiğimde ne hissediyorsam, yazmaya çalıştığım onlardır. Bana Galatasaray’ı emanet eden bir “adama”, ben ne yazsam yeterli kalır ki? Araştırıldığı takdirde kime ne kadar gol attığı, kaç dakika oynadığı, sahada neler yaptığı, kaç kupa kazandığı öğrenilebilir… İzninizle ben bunlara değinmek istemiyorum. Çünkü Metin Oktay’a rakamların arkasından bakmak, bence gafletlerin en büyüğü olacaktır.
Onun bıraktığı emanet, en az giydiği forma kadar kutsaldı. Müzedeki bir iki teneke kâseyle kıyaslanamayacak kadar değerliydi, layıkıyla yerine getirilemeyecek kadar güzeldi. O, bir Galatasaraylı için yolundan gidilecek kadar büyük, elinden öpülecek kadar saygıdeğer, onun bıraktığı fotoğraflara yıllar sonra bile gözlerde yaşlarla bakılacak kadar güzeldi. O, İstanbul’dan dünyanın en ücra köşesine, nerede ne kadar Galatasaraylı varsa, hepsinin “babam” diyecek kadar babasıydı. Belki de bu yüzdendi akla düştükçe ona dökülen onca yaş, bir daha kalkmamak uğruna eğilen onlarca baş. O oynarken onun peşinde dünyanın en güzel kameraları, en güzel görüntüleri almak için dolanmıyordu, ona dair tüm hatıralar siyah-beyazdı. Bir çoğu da unutulmaya, solmaya başlamıştı onun gidişinden sonra... Lâkin ne var ki, onun bıraktığı emanet de zaten dünya gözüyle değer biçilemeyecek, belki de görülemeyecek kadar güzeldi. Benden 50 yaş büyük bir Galatasaraylı da, henüz doğmamış bir Galatasaraylı da onun emanetini aynı güzellikte hissediyorsa, bunu dünyevi olan hangi şeyle açıklayabilirsiniz? Onun emaneti Galatasaray’dı, başka ne olacaktı?

Metin Oktay, bir fabrika işçisi olan Hasan Oktay’ın oğlu olarak 1939’un 2 Şubat’ında, bundan tam 77 yıl önce İzmir’de dünyaya gelir. Türkiye için Atatürk sonrası kalkınma yılları başlanmıştır. Henüz Kurtuluş Savaşı’nın ekonomik bunalımını üzerinden atamayan memlekette, sadece yaşamak için çalışılan yıllardır. “Topçuya kız verilmeyen” yıllar… Lâkin, göz görmeyince gönül aldanırmış ya, Metin de futbolcu olmak istiyordu işte, varsın topçuya kız verilmesin… (Zaten o Galatasaray’a gönül verecekti. Galatasaray daha vefalıydı…) 1952’de Damlacıkspor’da alt yapı kariyerine başlayan Metin, daha sonra aylık “300 lira” maaşla Yün Mensucat’a geçiyordu. Burada oynadığı futbolla önce Beşiktaş’ın, daha sonra da Adalet’in dikkatini çekti. Fakat kaderin cilvesiydi işte, Beşiktaş ona yar olacak kulüp değildi zaten, “kaç gayme” alacağına bakmadan teklifi reddetti, İzmirspor’a geçti. Tahta çıkmayan” taçsız kral” için burası, son duracak olacaktı. Kral tahtında güzeldi… Burada geçirdiği bir yılın ardından Galatasaray’la 5 yıllık sözleşme imzalayan Metin’e, bir de Chevrolet marka araba hediye edilmişti. Onun gönlünde hep Parçalı vardı. Parçalı’nın sol yanındaki Galatasaray logosunun altına bir yürek gerekti, Metin’e de bir Galatasaray…

Galatasaray o günden itibaren kağıt üzerinde 11, çim üzerinde hep bir tribün kadardı. Metin, tribündekilerin ruhu gibiydi. Attığı goller bir yana, bahsettiğim şey çok daha farklı. Attığı tek bir golü bile görmeden bir futbolcuyu nasıl benimsersiniz mesela, nasıl “Metin ruhu” diye ona dilenirsiniz? Tribün için Galatasaray bir din, Metin de elçi gibiydi. Ümmet-i Metin’e Galatasaray’ı daha da çok sevdirdiği açıktı. İlk sezonunda 17 maçta 19 gol atarak gol krallığına ulaşacak, Galatasaray’la ilk şampiyonluğunu da böyle yaşayacaktı. Bu naçizane duyguya zaten ne bugün, ne de o yıllarda paha biçilemezdi. Ertesi sezon yine gol kralı olan Metin, yazıktır ki averaj hesabıyla Fenerbahçe’nin şampiyon oluşuna engel olamamıştı. Lâkin Galatasaray Türk futbol tarihinde bir ilke imza atarak Dinamo Bükreş ile oynamış ve 3-1 kaybedilen maçta takımının tek golünü Metin atmıştı, bunların hepsi Parçalı’nın gördüğü en güzel birlikteliğin naçizane ilkleriydi. Üst üste 2 sezon daha gol krallığı gelecekti. Milli Lig öncesi dönemin en golcü oyuncusu da bu vesileyle Metin Oktay oluyordu…

Memlekette buhranlı çağ atlatılmaya başlanmıştı. Ekonomik kalkınma planlarıyla düzlüğe çıkarılan memleket artık “ulusal bir lige” ihtiyaç duyuyordu. Spora dair düzenlemelerin ilki de bu şekilde geldi. Ona dair hatıraların belki de en güzeli de bu döneme rastlıyordu… Fenerbahçe ile oynanan karşılaşmada 37.dakikada oyundan atılan Metin, verdiği hatalı kararı kabul ederek onu tekrar geri çağırdı. Bakın, bu “futbolun kalitesizliğinden” değil, “insanın kalitesinden” olan, eşi benzeri olmayan bir hatıradır. Çünkü hakem hata yaptığını kabul edecek kadar, Metin gibi futbolcular da kırmızı kart görüp takımını yalnız bırakmayacak kadar karakter sahibiydi. Sahaya dönmesinin ardından çektiği şut ile kale ağlarını yırtan Metin’in golüne önce aut, ardından da gol kararı verildi. Bu da ağların kalitesizliğinden değil, yüreğin büyüklüğündendi belki de. Metin, Palermo’ya imzasına kadar rakip kale etrafında üstüne düşeni en güzel şekilde yapmaya devam etti. Milli Lig’de 3 sezon geçirdi, tamamını gol kralı tamamladı. Kazandığı veya kaybettiği oldu elbette, ama “sevenleri hiçbir vakitte” üzmedi, tek tek değinmiyorum ansiklopedik başarılarına. Dediğim gibi değinmek istediğim de bu değil zaten. Ben sadece bahsettiğim emanetin nereden geldiğini anlayın, anlayalım istiyorum. Onun futbolculuğuna, yaptıklarına dair kimsenin bir şüphesi yoktu. Lâkin et ve tırnak misali birbirini tamamlıyordu Galatasaray ve Metin, o 675.000 lira karşılığında Palermo’ya imza attığında, tırnak etten ayrılmıştı sanki, Parçalı’nın sol yanı eksik, Metin’in de gönlü boş kalmıştı. İtalya’da sadece bir yıl kalabildi, geri döndü. Leyla’sına vardı. “Topçuya kız verilmeyen” dönemler demiştim ya, işte o misaldi. Metin’in gönlünde sevda gerçekten iki yanlıydı, ama güzelliğiyle göz boyayan bir bayana değildi bu sevda. Forması kadardı, parçalıydı, yarısı
sarı, yarısı da kırmızıydı gönlünün.



Döndü Metin. Galatasaray’a döndü. 7 yılını daha burada geçirdi. Bırakacağı emanete dair attığı her gol, en güzel sanat eserinde bulunmayacak güzellikteydi, paha biçmek akıl kârı iş değildi! Onun ve onun gibilerin varlığı, futbolun sadece futbol olmamasına en güzel sebepti. Ezeli rakibe düşman gözüyle bakılan bu günlerde Fenerbahçe’de Metin’e gıpta edilirdi, Metin de onlara saygı duyardı. Belki de “ezeli rekabet” gerçekten de “ebedi dostluktu” o zamanlar. Bunları söylüyorum, beni anlamanızı istediğimden. Ben 16 yaşındayım, bana bırakılan bu emanetin özünü, ben göremeden kirleten kim varsa, selamım onlara olsun. Metin ve Can Bartu, Metin’in vedasında forma değişecek, el sıkışacak, sarılacak kadar seviyordu birbirini. Bir futbolcunun jubilesi en büyük rakip karşısında yapılıyordu. Sahadaki kalan 20 adam da saygıyla izliyordu onun vedasını. Bu yüzden, işte bu yüzden emanetin ne olduğunun farkında olun. Emanet, Galatasaray’dan ibaret değildir, Galatasaray’ı tutmak değildir. Emanet şudur ki, Galatasaray’ı yaşayın. Karnınızı değil, gönlünüzü doyursun Galatasaray!

Bugün, yaşasaydı Metin Oktay’ın 77.doğum gününü kutlayacaktık. Yazılı değilmiş kaderinde, onu görme şansına erişemedik, ona bu kadar ömür biçilmedi Hak tarafından.  Lâkin, farkında olun. Onun gidişin üzerinden bir asır geçse dahi neden sanki dün gibi burada oluşunun farkında olun. Parçalı dediğinizin bir kumaş parçası, Galatasaray dediğinizin bir kulüp, Metin dediğinizin bir futbolcu olmadığının farkında olun. Galatasaray’ı Metin gibi sevin, en ezeli rakip, sizin sevdanızı perçinleyen bir sebep olsun. Ona saygı duyun. Yanlışlıkları savunmayın elbette lâkin bunları düzeltmek için bunlara ortak olmayın. Gitmek, Metin’in seçemeyeceği kadar zordu. Ölüm Allah’ın emri olunca, ona uymak farz olurdu zaten. O, sevenleri üzmek istemedi. Siz de sevdirenleri üzmeyin. Emanetin, emaneti sizlere teslim edenin kim olduğunu bilin. Galatasaray’ı sevmeyin. Metin olun. Ömrünüz yettiğince onu yaşayın.

Doğum günün kutlu olsun Taçsız Kral! Milyon yıl geçse de, senin gibi Cimbomluyu unutmayacak bu taraftar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder