Tarih kitaplarına baktığınızda; en kalın harflerle, en tepeye yazılan adamların daima tarihin akışını değiştirenler olduğunu görürsünüz. Savaş, sanat, teknoloji veya futbol… Sahnenin türü ne olursa olsun, o sahneye yakışacak bir adam mutlaka bulunur.
Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Çernobil’in ardından ne düzenli bir orduya, ne harika bir ekonomiye sahipti. Fakat, tanıdık bir dahi adam, bir memleketin makus kaderinin “taktik tahtasıyla” da sona erebileceğini gösterdi: Mircea Lucescu…
Shakhtar & Lucescu: Diriliş
İlk yıl:Türkiye’den apar topar gönderilen Lucescu’nun, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından oluşturulan Ukrayna milli liginde zirveye oynayan takımlardan olan Shakhtar’a imzası o an için basın gündemini pek de meşgul edecek bir gelişme değildi. Lâkin bu imza, bugün hâlâ sürmekte olan bir “yapılanma” hareketinin ilk kıvılcımı olacaktı.
Luce’nin transfer hamleleri 9 yıl sonra bakıldığında bile öyle mantıklı gözüküyor ki, bugünkü tabloyu çok daha net kavrayabiliyorsunuz. Elano, Matuzalem, Jadson, Hübschman gibi futbolcuları dünya futbol piyasasına kazandıran ve onlardan en yüksek seviyede verim alan Luce ve Shakhtar için sıradaki hamle sahadaki başarıydı. Shakhtar’ın kasası Luce ile ilk transfer yılında toplam 35 milyon Euro zarar yazsa da, başarı gecikmeyecekti. Lig ve kupa ile duble yapan Shakhtar’da Luce’nin 2.hamlesi “başarıyı sürekli hâle getirmek” olacaktı…
İkinci yıl: Luce, sanki geleceği gören bir küreye sahipti. Ukrayna Ligi’nde başarı açısından devamlılığı sağlamak zor değildi fakat bu kadar geniş bir transfer piyasasında böyle net ve başarılı transferler de ancak ona yaraşır cinstendi. 2.sezonda takıma katılan Fernandinho, Chygrynskiy bu dönemin başarılı hamleleri olacaktı. Lucescu’nun kafasındaki transfer planı açıktı: Brezilya ve Türkiye pazarı… Türkiye her ne kadar Batista ve Tolga Seyhan tercihleriyle onu yanıltsa da, Brezilya konusunda tüm hamleleri doğru çıkacaktı. Üstelik, Ukrayna içinde devam edilen scout çalışmaları da meyvelerini vermeye başlamıştı. Fernandinho dışında 3 milyon Euro’yu geçen (Fernandinho 7.8 mio Euro) transfer yapılmaması da yavaş yavaş hamleleri finansal açıdan daha makul seviyeye getiriyordu. Sezon sonundaki lig şampiyonluğu da cabası…
Üçüncü yıl: Transfer dönemi kârla kapatılan ilk sezon, Luce’nin 3.yılına denk gelen 2006-07’ sezonu olacaktı. Tymoshchuk’un satışı başta olmak üzere elde edilen 18.5 milyon Euro; Luiz Adriano ve Pyatov transferlerini katlayarak karşılayacaktı. Sezon sonunda ligdeki 2.likle yetinilse de Shakhtar’ın iskelet kadrosu adına her şet artık tamamdı. Lucescu, Brezilya pazarını ve Ukrayna’daki scoutluk sistemini kendi lehine harika kullanmış, bir teknik direktörden öte Shakhtar’a yöneticilik yapmıştı. Sıradaki hamle “sıcak denizlere inmekti”… Avrupa Kupaları’na!
Shakhtar & Lucescu: Yükseliş
Dördüncü yıl: Lucescu, takıma kazandırdıklarını şimdi daha fazla kazandırmaları adına göndermeyi seçmişti. Üstelik yüksek bedelli satışlar, daha kaliteli transferlere de zemin hazırlayacaktı. Matuzalem, Elano ve Marica takımdan ayrılırken Luce, Ilsinho, Lucarelli, Willian ve Castillo ile kadrosunu güçlendiriyordu. Lucescu, yıllar boyunca oynattığı disiplinli futbolu Brezilya ekolüyle ve Ukraynalı soğuk kanlılığıyla birleştirme amacına uygun olarak, takım çok atıyor fakat yemiyordu. 75 atıp, 24 yenilerek kazanılan şampiyonluğun zaten başka bir izahı da olamazdı. Lucescu’nun 4-2-3-1’i –günümüze kadar- sadece tek şampiyonluk kaybederken, tahtadaki plan da sorunsuz işlemeye devam edecekti.
Beşinci yıl: Luce’nin belki de ilk kez hata yaptığı –aslında yaptığının doğruluğu gelecek sezon çok iyi anlaşılacak- sezon, bu sezon olacaktı. Eldeki kemik kadronun gücüne inanan Luce, takıma sezon öncesi ciddi bir takviye yapmayınca Dinamo Kiev’in yükselişi de engellenemedi. Üstelik takım geç sezonki hücum gücünün de ciddi şekilde uzağındaydı. Sezonu sadece Ukrayna Kupası ile kapatan Shakhtar için aslında bu “fırtına öncesi sessizlikten” başka bir şey de değildi. Lâkin Luce’nin aklındaki plan ile sahadakinin tam olarak uyuşması için böyle bir yıla ihtiyaç vardı. Shakhtar, Ukrayna’nın sesini Avrupa’ya duyurmak adına bir yılı boş geçecekti…
Altıncı yıl: İlk 6 yılda Luce ve Shakhtar iş birliğinin takıma neler kazandırdığını görmek adına harika bir sezon olduğu kesindi. Atılan ilk imzadan itibaren başarıya yönelik adımlar doğru bir şekilde ve sırasına uygun olarak uygulanmış, Luce kafasındaki taktik tahtasına dökerken, Avrupa futbolunu da yakından izlemeye devam ediyordu. Takımın ekonomik durumu, Avrupa’da var olabilmek adına yeterli seviyedeydi üstelik. Luce’nin kurduğu iskelete takviye olarak gelen Douglas Costa ve Alex Teixeria bir kez daha Brezilya pazarını kullanmak adına yapılan doğru hamleler olacaktı.
Sezon sonunda Shakhtar ligi, lig kupasını, UEFA Kupası’nı ve Süper Kupa’yı kazanarak Ukrayna’ya dönüyordu. “ Kimdi bu Shakhtar? Neyin nesiydi? Şu Brezilyalı çocuklar da kimlerdi? “ Daha da önemlisi… “Şu kulübedeki bizim Lucescu değil miydi?” Evet, öyleydi. Lucescu amacına ulaşmıştı. O, tarih sahnesine bir kez daha “dirilten adam” olarak çıkarken Shakhtar da Ukrayna’nın en büyük gücü haline gelmişti.
Shakhtar & Lucescu: Tamamlanan görev ve “lâle devri”
Yedinci, sekizinci ve dokuzuncu yıl: Yerine getirilen bir görevin ardından Lucescu ve Shakhtar için yavaş fakat etkili bir şekilde kurdukları saltanatın keyfini sürme vakti gelip çatıyordu artık. Luce’nin futbolculara alırken biçtiği paha, onlar sahaya her çıktığında kat ve kat artmaya devam ediyor hiç şüphesiz ve Shakhtar için artık Ukrayna içinde kazanılan başarılar, sadece formaliteden ibaret.
Çok para ile değil, doğru para fakat iyi bir planlama ile sıradan bir Ukrayna takımından günümüzde “Shakhtar ekolü” olarak dile getirilen ve yavaş yavaş odak noktası hâline gelen bir takım yaratan Lucescu, şu günlerde en uç hedef için takımının sınırlarını zorlamaya devam ediyor.
Kariyerinde belki de ilk kez hak ettiği saygıyı gören Lucescu, yapmak istediklerini Türkiye’de de gerçekleştirebilirdi belki de… Galatasaray’ın veya Beşiktaş’ın Shakhtar’dan aşağı kalır yanı da yoktu. Bugün Lucescu’nun yarattığı “Shakhtar ekolünü” televizyon karşısında Dortmund ile seyrederken bizi büyüleyen futbolu bugün takımlarımızdan biri de oynayabilirdi… Fakat, Ukrayna’da olup bizde olmayan bir şey vardı: sabır… Biz de ne yazık ki, her zamanki gibi üstümüze düşeni yapmaya devam ediyoruz Luce’nin Shakhtar’ını izlerken:
“Şu bizim Lucescu değil mi? Kovmamış mıydık biz bunu? Aslında iyi adammış be!”
Yolun açık olsun Lucescu! Biz seni sezon başında ve devre arasında, İstanbul takımları tökezlediğinde manşetlerde anmaya devam edeceğiz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder