23 Şubat 2013 Cumartesi

Sahi, neden hep "o"? - Mario Balotelli


İnsanları yargılamak, onları eleştirmek kolay olandır. Bu şekilde davranmak için onu tanımanıza, araştırmanıza veya bir kez olsun görmenize gerek yoktur. Neler yaşadığını bilmeden sadece önyargılarınızla hareket edersiniz. Çünkü doğruyu konuşmak zaman kaybıdır. Kimse doğruyu bilmek istemez, sadece konuşmak ister. Halbuki insan psikolojisinde sergilenen her davranış, bir yaşantı sonucu meydana gelir ve yaşantılarınıza siz karar veremezsiniz. Henüz 20’li yaşlarında tüm dünya tarafından “deli” yaftası yapıştırılan bir çocuk hakkında konuşmak da işte böyledir. Bugün, tüm dünyanın oynadığı futbolu takdir edip, yaptıklarına sayısız yakıştırma yaptıkları Mario Balotelli’nin hayatta kalması bile aslında bir mucizeydi. 

Doğuran ana mı, büyüten ana mı?
İtalya’da, bir Ganalı göçmen ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mario, hayatının en zor yıllarını henüz adımlarını kendi başına atamazken yaşayacaktı. Bağırsaklarındaki problem yüzünden defalarca kez ameliyat olan Mario, çiftçilik yapan ailesi için artık sadece masraftan ibaretti ve ondan kurtulmak gerekiyordu. 5 Şubat 1992, onun hayata gözlerini yeniden açtığı gün olacaktı. İtalyan Balotelli ailesi tarafından evlatlık edinildiğinde henüz 2 yaşını tamamlamamıştı bile… Üstelik, sorunları da bir kara bulut gibi ensesinde dolanmaya devam edecekti. Geçirdiği hastalık, sorunlu ailesi ve  yeni evi onun seçimi değildi. Kimse böyle bir kaderi istemezdi zaten. Dahası da vardı. Çünkü, dünya üzerindeki birçok insan için “siyahi insanların” nefes alması dahi bir problemdi, Balotelli de siyahiydi. Çevre çocukları, bu şekilde düşünen insanlarca yetiştirilmişti. Fakat önemli olan Balotelli’nin ne hissettiğiydi. Her ne koşulda olursa olsun O, topu tekmelemeye devam etti. Yıllar sonra bu yıllarını şöyle özetleyecekti: “Ben bir İtalyan’ım, kendimi İtalyan hissediyorum. Sonsuza kadar İtalyan milli takımında oynayacağım…”
Gerçekten de öyle olacaktı. Ganalı ailesinden gelen Barwuah soyadını reddedecek, zamanı gelince İtalyan milli takımına seçilecek, onun şöhretini fark edip geri dönmesini isteyen ailesini de elinin tersiyle itecekti…


Doğru şehir, yanlış yaka…
Lumezzene’de geçirdiği bir yılın ardından, Barcelona ile deneme antrenmanlarına çıkan Balotelli, aslında Katalunya’da pek de iç açıcı bir performans gösterememişti lakin onda olan bir şey vardı, farklıydı. Kalması uygun olacaktı belki ama, o da imkansızdı. Henüz 18 yaşına basmamış ve göçmen bir ailenin çocuğu olduğundan, pasaport alamayarak İtalya’ya dönecekti. Üstelik, dönüş bileti çoktan hazırdı. Durumu fırsat bilen Inter, önce onun sözleşmesinin yarısını alacak, 2 yıl sonra da onu tamamen Interli yapacaktı. (İtalya’da bu sisteme co-ownership deniyor, ortak sahiplik anlamına geliyor, şu anda kaldırılması gündemde.) Interli derken… Sanırım, kastedilen anlamı birazdan anlayacaksınız… Inter’de bulunduğu süre içerisinde, kimsenin onun yeteneklerinden şüphesi yoktu. “Zeki ama çalışmayan çocukları” andıran bir yapısı vardı üstelik. Herkesten az antrenmana çıkıyor ama bir şekilde herkes kadar iyi olabiliyordu. Zaten iyi olduğu sürece, bu katlanılabilir bir durumdu, ama dahası da gelecekti…

Takımın başına Mourinho’nun gelmesi, belki de onun en büyük şansıydı. Mourinho büyük bir yeteneğe sahip olduğunun farkındaydı fakat ne yazık ki Balotelli için sinir bozucu olaylar bitmek bilmeyecekti. Juventus karşısında rakip taraftarların ısrarla yaptığı ırkçı tezahüratlar, başkan Moratti olmak üzere herkesi çileden çıkarırken Balotelli de artık o 5 yaşındaki çocuk değildi. Başlarda tepkileri normal algılanıp yaşına verilse de, yavaş yavaş vukuatları, ayaklarının yaptığından daha çok konuşulacaktı… Antrenman sahasının yakınlarında yaptığı trafik kazasının ardından cebindeki 5.000 Euro’yu polise “Çünkü zenginim!” diye açıklaması, sindirilebilir bir hareketti. Dahası, Mourinho gibi bir “babanın” himayesi altında dikkate bile alınmayabilirdi. Fakat, ezeli rakip Milan’ın resmi dükkanından alışveriş yapması, bir TV programında “Ben Milanlıyım” demesi ve forma giymesi, kabullenilebilir bir durum değildi. Inter taraftarı Moratti’ye “Bu çocuk deliyse, biz daha deliyiz evelallah!” diyerek resti çekince, Balotelli’ye de İngiltere yolu gözüktü… Onu Inter’de ilk kez kadroya alan Mancini’nin yanına gidiyordu. 


“Araplar, Deli’ye 22 milyon Euro verdi!”
Balotelli’nin Manchester City’e imzasının ardından kamuoyunun tepkisi aynen bu şekilde olacaktı… Fakat atladıkları bir şey vardı. Deli olduğu su götürmez bir gerçekti de, dünyanın en yetenekli, en iyi kalpli, en cesur delisi de Balotelli’ydi. Bu parayı ederdi. Kanıtlayacaktı. Mancini onun için “Çok genç ve yetenekli. Kendisini kanıtlamak için uzun zamanı var.” diyordu… Dünya Balotelli’nin yaptıklarıyla uğraşırken, O City’e imza attığında sadece 20 yaşındaydı. Ondan beklenen 2 türlü etki vardı: Sahadaki ve saha dışındaki. Önce sahadaki geldi. Manchester City, 25 yıl aranın ardından ilk kupasını kazanırken Mancini’nin elinde dünyanın en iyi forvetleri ve Balotelli vardı. Kimse bu kadar sevileceğini veya katkı sağlayacağını tahmin bile edemezdi. Sanılanın aksine sorumluluk bilincine sahipti, arada kısa devre yapıyordu ama, zaten futbol tarihinde çok yetenekli deli örneklerine daha önce de rastlanmıştı, çok da kafaya takılacak şey değildi.

2.sezonunda da ondan beklenen etkinin diğer yüzünü gösterecekti. Aslında sahadaki oyununda pek de değişim yoktu fakat saha dışında İngiliz basını için Balotelli, başlı başına bir tiraj kaynağı haline gelmişti! Akla ve mantığa uymayan şeyler yaptığı kesindi ama Balotelli’nin çok büyük bir kalbi vardı. Belki de çocukluğu, üvey ailesi ve yaşadığı bir çok sıkıntının ona kazandırdığı tek şeydi. Deli olmak, kötü olmak anlamına gelmezdi. Yaptığı iyilikler bile deliceydi üstelik! Şehirdeki tüm çocukların kütüphane masraflarını karşılaması, bir gün aniden Pub’daki herkesin hesabını ödemesi ve maaşıyla Afrika’daki çocuklara yardım etmesi, sadece güzel dileklerde olabilecek şeylerdi. Evinde patlayan havai fişekten, kardeşiyle birlikte basmaya yeltendikleri kadın hapishanesi elbette daha da garip örneklerdi ama, Balotelli daha 21 yaşındaydı. Tüm bunları gören İtalyanlar, Avrupa Şampiyonası’nda bu kaçığı izleyecekleri için sinirden dudakları uçuklarken, Balotelli belki de ilk kez gereken cevabı sahada verecekti…

Birçok eksik ve düşük beklentiler altında şampiyonaya adım atan İtalya, hiç ummadığı bir şekilde finale kadar yürüyecekti. Balotelli Almanya karşısında attığı 2 gol ile takımını finale taşırken, sahada sanki kariyerinin sonlarında bir yetenek vardı. Sorumluluk alıyor, ülkesi için savaşıyordu. Aslında bu özverinin kaynağı tam 18 yıl öncesinde gizliydi. Balotelli, onu evlat edinen ailesine kendisini daima borçlu bilmiş, onlar için oynamıştı. Attığı golleri de üvey annesine armağan edecekti. Tüm dünya ve İtalyan halkı şampiyona öncesi ettikleri lafları tek tek geri alırken, Balotelli de üstüne düşeni fazlasıyla yapıyordu. Fakat ne var ki, Manchester City’de artık ona yer yoktu. Mancini ile gırtlak gırtlağa kavga etmiş, takım arkadaşım olsa onu kesin döverdim bile demişti.  Fakat zaten Mancini, onu 2012’nin Nisan’ında zaten şu sözlerle uğurlamıştı bile: “Onu seviyorum. Onu gerçekten seviyorum. O kötü bir insan değil. Fakat her geçen gün yeteneğini ve geleceğini biraz daha kaybetmekte, ne yazık ki yolun sonuna geldik…” Gelinmemişti… Balotelli için yolun sonu burası olmayacaktı.


Doğru şehir ve bu sefer doğru yaka! 
Balotelli, devre arasında Milan’a döndüğünde La Gazetta dello Sport’un “Balo geri döndü!” başlığı, her şeyi özetler nitelikteydi. Hayatı boyunca bu kadar canı yanan ve bunlarla başa çıkan bir insan için doğru yerde olmak önemliydi. Hayatı boyunca yaptıklarıyla hatırlanmaya devam edecek Balotelli. Ve yazının başında söylediğim gibi, insanlar onu konuşmaya devam ederken, asla neler yaşadığını, neler hissedebileceğini veya hayatta nasıl kaldığını dikkate almayacak. Yaptıkları bir devlet meselesine dönüştürülen, hakarete vararak eleştirilen, attığı golden çok golden sonraki sevinci konuşulan ve kaybedilen final sonrası göz yaşlarına hakim olamayan Balotelli henüz 22 yaşında.Herkes onun aslında “kim” olduğunu bilmeden konuşmaya devam ededursun, Balotelli futbol tarihinin gördüğü en güzel deli olarak daima hatırlarda kalacak. Kocaman kalpli, bonkör ve duygusal bir deli…

Unutmadan… Balotelli, Milan’da 3 maçta 4 gol attı. Muhtemelen, bu hafta sonu bir kez daha atacak. O artık kesinlikle doğru yerde ve doğru işi yaptığına da hiç şüphe yok…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder