6 Ocak 2013 Pazar

Oz Büyücüsü: Harry Kewell


Melahat Aliyeva'ya ithafen...

Türkiye’de taraftar gariptir. Messi’yi getirseniz, “Bu tıfılla mı şampiyon olacağız?” derler. Ronaldo’yu getirseniz, “Jöle parasını başka takımda kazansın.”der, burun kıvırırlar (kıvırırız).Çünkü, başarıya böylesine endeksli bir taraftar grubu için sahadaki futbolcu, onun en büyük sevdasıyla arasındaki en güçlü bağdır. Taraftarın takımı şampiyon olamıyorsa, sebebi futbolcudur. Şampiyon olduysa, zaten sadece işini yapmıştır. Fakat, O’nun hikâyesi biraz farklıydı. O Türkiye’ye geldiğinde, Galatasaray tarihinin en kötü döneminin arefesindeydi. Yeni transfer olan bir futbolcu için en kötü senaryo, hâl-i hazırda zaten başlamıştı bile. O, Galatasaray’ın en kötü döneminde, makus gidişatı değiştirememişti. Fakat onun ayrılığı, Hagi’den sonra ilk kez bir futbolcuya duyulan hisleri böylesine romantikleştirmişti. O, “kazandırmayan adamı” da sevileceğini öğretmişti. O’nun kim olduğuna gelince… Bu sorunun cevabını da yine en iyi o veriyordu: “My name is Kewell, Kewell from Galatasaray.”

Avustralya halkı için spor, kendilerini kanıtlamak adına en büyük şanslarıydı. Jeopolitik açıdan kelimenin tam anlamıyla bir “yalnız kıtaydılar”. Fakat buna rağmen açık hava sporlarında daima başarılı oldular. Bu ortam, genç Kewell’ın spora olan ilgi ve yeteneğinin ortaya çıkmasındaki en büyük etkendi. Kriket ve “footy” (futboldan bağımsız, kendine has bir oyundur) yegâne popüler sporlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse Avustralya futbolda hiçbir zaman iyi bir görüntü çizemedi. Nitekim, okullar arası turnuvalarda ve mahalli takımlarda kendisini gösteren Kewell bir şekilde kendisini İngiltere’ye atmalıydı. Bir Avustralyalı futbolcu için sıradaki adım daima Sydney – Londra biletinden geçiyordu. Kewell’ın formasını giydiği Marconi yerel bir kulüptü, fakat başarıları ulusaldı. Bu bağlamda Kewell, takımı ile birlikte Tayland’a, İtalya’ya ve İngiltere’ye gitme şansına erişti. Bu onun Avrupa’ya attığı ilk adımdı. İngiltere’deki turnuvanın ardından, İngiliz futbolunda dönemin hatırı sayılır kulübü Leeds United onunla temasa geçti. Teklifin ulaştığı futbolcular arasında Kewell ve ileride birlikte Avustralya Milli Takım forması giyecek olduğu Brett Emerton da vardı. Lâkin Kewell’ın babası İngiliz vatandaşlığına sahipti. İngiltere’deki katı “kalıcı göç” kurallarındaki açıklardan biri de buydu. Bu sayede Kewell, 1995’te Leeds United alt yapısına geçti.

Kewell’ın sahip olduğu yetenekler yadsınamayacak kadar aşikârdı. Futbol tanrıları onun sol ayağına bildikleri her şeyi yüklemiş gibiydi sanki, bunun yanında durdurulamayacak kadar da süratliydi. İngiliz savunmalarını delmenin yolu da bundan geçiyordu. Rotherdam karşısında yaptığı hat-trick, aynı sezonda kazandıkları gençler seviyesinde FA Cup, onun A takıma bileti niteliğindeydi. Leeds, sol kanatta Kewell ve en ileride onun memleketlisi Mark Viduka ile Avustralya yapımı kurşun atan bir İngiliz SA-80 (Birleşik Krallık yapımı piyade tüfeğidir) gibiydiler.  Velhasıl, Kewell için tarihi buluşmanın vakti gelmişti. 1999-00’ sezonunda, UEFA Kupası şampiyonluğuna ulaşacak  Galatasaray’ın yarı-finaldeki rakibi, Leeds United’tı. Kewell, 90 dakikayı tamamlayamadan oyundan atılmıştı. Bu onun kariyerindeki ilk kırmızı karttı. O gece çıkacak bir çok olayın yanında, Kewell ismi işte bu gece ilk kez Galatasaraylıların zihnine kazınacaktı. Yıllar sonra onca teklif arasından ona Galatasaray’ı seçtirecek olan gece, işte bu geceydi.

Aynı sezonda “Yılın Genç Oyuncusu” seçilen, “Yılın Takımı’na” girmeyi başaran,  Kewell, bir çok Avrupa kulübünün merceğine girmişti. İtalyan devi Inter, Kewell için 25 milyon Sterlin’i gözden çıkarırken, Leeds bu rakamı elinin tersiyle itiyordu. Ertesi sezon Şampiyonlar Ligi’nde yarı-final oynayan Leeds için bu devir sona erecekti. Birçok gereksiz harcamanın ardından patlak veren mali kriz, onları bir borç batağına sürüklemişti. Rüya son bulmuştu. Leeds küme düşerken, sakatlık riskine rağmen Liverpool, Harry Kewell’ı bedelsiz olarak kadrosuna katıyordu. Ne var ki geçirdiği bu ilk ciddi sakatlık, onun peşinde yıllar boyunca dolanan bir kara buluttan başka bir şey olmayacaktı.

Milan, Chelsea, Manchester United gibi kulüplerden teklif almasına karşın Kewell, yıllardır şampiyon olamayan Liverpool’u seçerek tüm otoriteleri kontrpiyede bırakmıştı. Diğer tüm kulüpler Liverpool’dan iyi teklif veriyordu, daha iyi duruma sahiplerdi. Yetenekleri bir yana, kronik bir sakat olabilirdi. Fakat kelimenin tam anlamıyla bir beyefendiydi. Romantikliğiyle ünlü Liverpool taraftarının onu bağrına basması zaten bazı şeyleri özetler nitelikteydi. Üstelik onu sevmek için çok daha güzel bir sebepleri olacaktı. Liverpool formasıyla ilk golünü Merseyside derbisinde Everton’a karşı atan Kewell, tam bir Liverpoollu sayılabilirdi. Owen, Heskey, Gerrard, Smicer, Hamannlı Liverpool’un bir parçası olmak, tarif edilemez bir tecrübeydi. Kader de bir yandan ağlarını örmeye devam ediyordu. Galatasaray’ın ardından, Kewell’ı “Galatasaray’dan Kewell” yapacak olan 2. buluşmanın vakti gelmişti. Bir Liverpoollu için tarihin en güzel zamanıydı. Türkiye’deki binlerce insanı bir anda Liverpool taraftarı yapacak o gece gelip çatmıştı. 2005 Şampiyonlar Ligi Finali…

Milan karşısında 3-0 mağlup duruma düşen Liverpool, devre arasının ardından durumu 3-3’e getirip, penaltılarla kupaya uzanırken Harry Kewell, bu başarıyı yakalayan ilk Avustralyalı futbolcu olma şansına da erişiyordu. Üstelik böylesine önemli bir maçta, sakatlık yaşayan Hamann yerine defansif orta saha oynamıştı. Sorun değildi. Çünkü hayata dair hiçbir seçimini para için yapmamış bir adam için, sahadaki mevkisinin bir ehemmiyeti yoktu. Zamanı geldiğinde Kewell, Galatasaray’da stoper oynayacaktı. Fakat bunca yeteneğine rağmen, sakatlığa çalım atması imkansızdı. Ne kadar çabalarsa çabalasın, 90 dakikayı üst üste 2 hafta çıkaramayacak duruma geldiği oluyordu. Belindeki sakatlık onun süratine de dem vurmuştu. Fakat buna rağmen kimse çıkıp onun gitme ihtimalini konuşmuyordu. Yazının başında da bahsetmeye çalıştığım gibi. Bazı futbolcuları özel kılan bir çok sebep vardı. Kewell, bir futbolcudan çok bir emekçi gibiydi. Ne pes ediyordu, ne de naz yapıyordu. Fakat buna rağmen artık sıradan bir maçta bile kadroya girebilecek kapasitede değildi. Tam formunu yakalayacakken, yeniden sakatlanıyordu. Liverpool’da 3 sezonu bu tür şeylerle boğuşarak geçmişti. Anfield kolay kolay böylesine bir futbolcunun vedasını kabullenmezdi lâkin, “demir alma günü gelmişti”.

Ne forma şansı, ne de yeni bir sözleşme imkanı bulabilen Kewell için zaman da akıp gidiyordu artık. O, sıradaki imzasını Galatasaray’a atarken, Leeds United taraftarları onu bir kalemde silecek kadar vefasızdı. Fakat o, Leeds United’ta giydiği ilk numara “19” olduğu için, Galatasaray’da bu formayı terletmeyi seçecek kadar büyük bir adamdı. Haldun Üstünel’in kişisel transfer başarılarından biri de Kewell olacaktı. İlk maçına Kayserispor karşısında çıkan Kewell, 66. dakikada oyuna girip, 20 saniye sonra da dokunduğu topla parçalı formayla ilk golünü atıyordu. Türkiye’ye yeni gelmiş bir oyuncu için daha iyi bir senaryo olamazdı. Bu gol aynı zamanda, onun Galatasaray’da kazandığı tek kupa olan Süper Kupa’nın da habercisi olacaktı. Türk basını tetikteydi. Mantık şuydu: “Bu adam çok sakatlanıyor, sakatlanırsa bize ekmek çıkar…” şans bu ya, gerçekten de istedikleri olmuştu. Kewell hafif bir sakatlık geçirmiş, basın çılgınca eleştirmeye başlamıştı. Fakat Kewell çıkıp tek kelime konuşmayacak veya oyuna küsmeyecek kadar beyefendiydi. Futbolcu dediğin, sahada cevap verirdi. Kaçırdığı maçların ardından Bordeaux maçıyla sahaya dönen Kewell, 35 metreden öylesine bir gol atmıştı ki, 90 köşesinin tozunu almıştı adeta. Benim de içinde bulunduğum bir çok Galatasaraylı için o gece maçı anlatan Kanal D spikerinin “Keweeeaaaallllll” naraları, hâlâ kafamın bir köşesinde yankılanır durur. Son 16’da Hamburg karşılaşmasında takım onlarca sakatla boğuşurken, Bülent Korkmaz’ın isteğiyle Kewell, böylesine bir maçta stoper oynayacaktı. Böylesine bir hırs, sadece şu cümleyi akla getirebilirdi: “Basın yalan yazıyordu…”

Ertesi sezon Frank Rijkaard ile Galatasaray sezona harika başlamıştı. Kewell’ın yanında Keita, Elano, Baros, Nonda, Arda ilk 5 hafta sonunda, gol rekoru hayalleri kurdurtan bir takım görüntüsü vermişti. Lâkin, evdeki hesap çarşıya uymayacak, Galatasaray tarihinin en kötü dönemine böylesine hayallerin ardından girecekti. 28 maçta 14 gole ulaşan Kewell, kariyerinin en başarılı sezonlarından birini geçirse de, aynısını Galatasaray için söylemek güçtü. Ligin 3. bitirilmiş, Rijkaard da görevde kalmıştı. Yapılanma sürecinde olan bir takım için, zor da olsa kabullenilebilir bir durumdu. Lâkin, ertesi sezon bir Galatasaraylı için tam bir hayal kırıklığıydı. Takım tam 3 teknik direktör değiştirmiş, lig de 8.  tamamlanmıştı. Bu, en kötü Galatasaray performanslarından biriydi. Fakat buna rağmen, Galatasaray taraftarı alışılmamış şekilde hareket ediyordu. Türkiye gibi bir yerde böylesine rastlamak çok güçtü. Hagi bir idoldü, bir dönüm noktasıydı, bir nirvanaydı Galatasaray için. Taraftar ondan sonra ilk kez bir futbolcuyu böylesine sahiplenmiş, bağrına basmıştı. “Tüm takım dağıtılsın, Kewell” kalsın görüşü hakimdi bir çoklarında. Sevginin de karşılıklı olanı güzeldi. Kewell da aynı sevgiyi taraftara duyuyordu. Bir basın toplantısında “Benim adım Kewell, Galatasaray’dan Kewell…” diyecek, ona yönetimin yaptığı tüm vefasızlıklara rağmen o da taraftarı bağrına basacaktı. “I love you Hagi’den” sonra ilk kez bir futbolcu için tribünler hep bir ağızdan bağırıyordu. Kewell gol atınca Boney M.’in efsanevi şarkısı “Daddy Cool” hatırlanıyor, “Oz Büyücüsü’ne” selam duruluyordu.

Kewell, gitmesi gerektiğinin farkındaydı. Bazen sevgi bunu gerektirirdi, istemeseniz de gitmenizi isterdi sizden. İşte böyle bir şeydi onun vedası. Onu Avustralya’ya uğurlamak olacak şey değildi. Taş yerinde ağırdı belki de. O gittiği her yerde sevilmiş, gördüğü hiçbir yönetim ona sahip çıkmamıştı. Yine böyle oluyordu. Fakat, bazı şeyleri zaten yönetimler anlayamazdı. Taraftar ve futbolcu arasındaki kutsal ruhtu bu. Kewell, Galatasaray’a kupalar kazandırmamıştı. Gol kralı olmamıştı. Sadece 3 sene burada kalmıştı fakat giderken uzun yıllar unutulmayacak bir şeyi de öğretmişti: Kazandırmayan adam da sevilirdi. Belki de bu yüzden, "En büyük hayalim, Galatasaray teknik direktörü olmak." diyordu Kewell. Affınıza sığınarak Galatasaray sonrası neler yaptığını yazmayacağım Kewell’ın. Çünkü o benim gözümde hep “Galatasaray’dan Kewell” olacak.

Günün birinde tekrar görüşmek dileğiyle Parçalı’nın Büyücüsü.

1 yorum: