31 Aralık 2012 Pazartesi

Johan Cruyff: Kramponlu Pisagor


Futbol kitabı, size görme şansına erişebileceğiniz en büyük adamları öylesine basitçe niteler ki, isimlerini ilk duyduğunuzda topun peşinden koşturan bir yarım akıllıdan başka bir şey aklınıza gelmez... Bir futbolcu düşünün: Onun felsefesine göre futbol basit bir oyun, zor olansa futbolu basit oynamak olsun. Yine aynı futbolcu, bugün hâlâ yalnızca Barcelona'nın sahaya yansıtabildiği, onlarca takımın denediği “Total Futbol” felsefesinin mimarlarından biri olsun, aynı futbolcu zamanı geldiğinde bir paket sigarayı, futbola tercih edebilsin, bugün hâlâ kendi adıyla anılan bir çalıma sahip olsun, “Kramponlu Pisagor” olarak anılsın ve onun adı futbol kitabında sadece “forvet” olarak geçsin. Fakat dışarıdan bakan birisi bu adamı, topun peşinde koşturan bir yarım akıllı olarak görmeye devam etsin. Bu satırları okumadan önce ünlü filozof Platon'a nazire edercesine söylemek gerek o hâlde: Yalnızca futboldan anlayan, bir şeyden anlamaz. Yalnızca futbol bilen, bu kapıdan içeri giremez...

Hollanda topraklarında futbol oynamaya yeltenmiş yetenekli bir çocuk için kaderin çarkları daima aynı işler; Ya futbola küçük bir takımda başlayıp Ajax veya PSV'nin yolunu tutar, ya da şanslı olanlar gibi futbola Ajax veya PSV alt yapısında başlar. Johan Cruyff, şanslı olanlardandı fakat bunun Ajax ile alâkası yoktu. Onun sağ ayağına bahşedilmiş tüm yeteneklerin yanında o; bir filozof kadar mantıklı, bir bilim adamı kadar da akıllıydı. Henüz 10 yaşındayken Ajax alt yapısına adımını atan Cruyff, 10 Kasım 1964'te ise kulübüyle ilk maçına GVAV karşısında çıkıyordu. O 90 dakikada, Ajax 3-1 kaybederken tek gol Cruyff'ün ayağından gelmişti. Fakat Ajax için işler ilk defa bu kadar kötü gidiyordu. Lig tarihinin en kötü konumunda sezonu 13. tamamlayan Ajax'ın aradığı kan, yine kendi damarlarından gelecekti. Cruyff, Rinus Michels'in tanımına göre, kelimenin tam anlamıyla Total Futbol'un en güzel sanatçısıydı. Görünüş onun sadece bir forvet olduğundan ibaretti lâkin o çizgiye kadar iniyor, orta açıyor, adam geçiyor ve bir filozofa yakışır şekilde fizik kurallarını alt üst edecek goller atıyordu. Takımda düzenli ilk 11 şansı bulduğu ilk sezonu olan 1965-66 sezonunda 23 maçta 25 gol atan Cruyff için daha fazlası söylenemezdi zaten. Fakat onun tüm bu performansına karşın rüzgârın Amsterdam'ın arkasına geçmesi için ertesi sezonun beklenmesi gerekiyordu.

Cruyff ve Ajax, kavuşmaları nasip olmayan iki sevgili gibiydi onun ilk seneleri geride kalırken. Bu birliktelik sahada meyvesini vermeliydi. Öyle de olacaktı. Cruyff, sezonu 33 golle kapatırken aynı zamanda Hollanda Ligi ve KNVB Kupası (Hollanda Kupası) ile dublenin altına imzasını atacaktı. Başarı artık kaçınılmazdı. “Nirvanaya ulaşan filozof” için Hollanda bir alışkanlıktı artık. Ertesi sezon ligi bir kez daha kazanırken Hollanda'da Yılın Futbolcusu ödülüne de sahip olacak, Avrupa'da finale kadar yükselecekti. O gün Milan sahadan 4-1 ile galip ayrılsa da, Cruyff'ün ünü “güllerin içinden” geçmiş, Hollanda sınırlarını çoktan açmıştı. Ertesi sezon Cruyff&Ajax ortaklığı bir kez daha dubleyle sezonu kapatacaktı. Kariyerinde ilk kez büyük bir sakatlıkla sezonun önemli bir bölümünü kaçıracak olan Cruyff için belki de bu sakatlık, onun dönüm noktası olacaktı. Sezon başında ondan yoksun olan Ajax, forma numaraları dağıtılırken onun “9” numaralı formasını Gerrie Mühren'e vermişti. O dönemde futbolcular numaralarını sahadaki mevkilerinden aldıklarından, uçuk numaralar alışılır şey değildi. Cruyff'ün buna içerlemesine de gerek yoktu. Onun için geri dönüş vakti geldiğinde, stadyum anonsçusu onu sahaya Flemenkçe “Nummer 14, Johan Cruyff” (14 numara, Johan Cruyff) diyerek anons edecekti. Halk 1 ile 11 arası numaralara öylesine alışmıştı ki, bu farklılık Cruyff'ü bir anda olduğundan da özel hâle getirmişti. Ertesi gün Hollanda basınının manşetlerini süsleyecek, bugüne kadar da onunla birlikte olan lakaplarından biri “14 Numara'yı” bu şekilde kazanacaktı.

“14 Numara” için unutulmaz sezon gelip çatmıştı. Hâl-i hazırda Ajax için çoktan bir efsaneydi, Hollanda'da bir futbolcudan ziyade, bir sanatçı saygısı görüyordu. Avrupa ise onu Milan mağlubiyeti dışında tanımıyordu bile, tanıyacaktı... O sezon Panathinaikos'u 2-1 ile geçen Ajax ile Cruyff ilk Avrupa Kupası'nı kazanırken, o Avrupa'da Yılın Futbolcusu seçilen ilk Hollandalı olma gururuna da erişecekti. Sezon sonunda Feyenoord ile Barcelona ona resmi tekliflerini iletse de, o Ajax ile 7 sezonluk bir sözleşme imzalayarak Amsterdam'da kalacaktı. Onun hakkında bir çok rivayet vardı, bir çoğu da gerçeklik boyutu taşıyordu. Fakat yine de saygı duymamak imkânsızdı. Takım, sezon öncesi kampta ormanda koşu yaparken bir ağaca dayanıp sigara içen Cruyff'e takım arkadaşları bile ses etmiyordu. Kim ne diyebilirdi ki? Çıkıp oynuyordu. Bazı kadınları bu kadar güzel yapan, incecik boyunlarından akan şarapken, Cruyff'ü güzel yapan da sigarasıydı demek ki. Gerçekten de öyleydi. Ertesi sezon Inter'i 2-0'la geçen Ajax bir kez daha Avrupa Kupası'na uzanırken, 2 golün sahibi Cruyff'e Hollanda basını “fetva” niteliğinde başlıklar atıyordu. Bazıları şimdiden tapınıyordu bile. Fakat ayrılık vakti gelmişti. Ertesi sezon sadece 2 maça çıkan Cruyff, bugün Barcelona'yı bu kadar iyi yapacak imza için Katalunya'nın yolunu tutuyordu. Total Futbol kıtaları kilometreleri aşacaktı. Kıtasallaştığı yer de Cruyff'ün tüttürdüğü dumanı takip eden La Masia öğrencileri olacaktı.

Ajax'ta futbolu öğrenmişti, güzel oynuyordu. Barcelona'da ise futbolu öğretecek, sanat yapacaktı. Doğrusunu söylemek gerekirse burada çok daha az gol atmış, çok daha az zaman geçirmişti. Fakat Katalunya bugün bile onun izinden gidiyorsa, onun sorgulanması mantık sınırları dahilinde olmazdı. “Cruyff dönüşü” burada meşhur olmuştu. Çizgiye kadar inip, onu kovalayan adama sırtını dönerdi. Ardından vücuduyla solunu gösterirken, sol ayağının topuğuyla topu ters tarafa alır, yoluna devam ederdi. Futbol lügatına işlemiş olan “bakkala göndermek” deyiminin yaratıcısı da muhtemelen bu dönüş ile oydu. Bugün hâlâ “İmkânsız Gol” olarak nitelendirilen, Atletico Madrid maçında attığı gol onun yeteneklerinin 2.5 saniyelik bir özeti gibiydi. Ona doğru ortalanan topa önce yükselmiş, ardından sırtını dönerek sağ ayağının topuğu ile tabanı arasında bir bölgede, havada dokunup kaleci Miguel Reina'yı ağlatmıştı. Fazlası olamazdı. Hiç maça çıkmasa, antrenmana gelmese bu gol onun yıllarını burada geçirmesine yeterdi. Fakat “Amerikan Rüyası'nı” yaşamak adına, onun Barcelona'dan demir alma zamanı da gelip çatmıştı.

Amerika'da geçirdiği sezon, dinlenmekten başka bir şey değildi. Sadece 1 sezon geçirmiş, 32 maça çıkmakla yetinmişti. Zaten sakatlık illeti de peşindeydi. Menajeri onu Leicester ile görüştürmüş, fakat o İspanyol 2. liginden Levante ile anlaşmıştı. Kariyerinin son yılları, sakatlığın gölgesinde, eski gücünden uzak geçiyordu. Sadece 10 maça çıkabilmişti. Levante umduğunu bulamamış, sözleşmesini de yenileyememişti. “14 Numara” memlekete dönüyordu. Kariyerinin son yıllarını geçirmek için daha güzel bir yer de zaten olamazdı. Ajax onun ilk ve tek aşkıydı. Çocukluk sevdasıydı. Feyenoord ise onları uzaktan seyreden bir “üçüncü tekil şahıstı” sadece. İki teklif arasından Ajax'ı seçmişti. Burada 2 sezon daha geçirecekti. Eski formundan uzaktı. Fakat hâlâ o topu ayağına aldığında, Amsterdam'da esen rüzgâr onun ardına geçerdi. Sigara ciğerlerini yeterince karartmıştı, yıllar da yorgun düşürmüştü onu. Bırakma vakti gelmişti fakat yapılacak son bir iş daha vardı. Onu yıllarca uzaktan mazlumca izleyen Feyenoord'a imza attı. Burada “dublenin” parçası oldu, ezeli rakip denilenebilecek iki takımın formasını da giymiş biri olarak saygı duyulan birisi olmayı başarmıştı. Ayrılığında böylesi makbuldü, Hollanda'da her gönle biraz kendinden serperek veda ediyordu.

Son yıllarında rahatsızlığı artık daha da fenalaşmıştı. Doktorların “Sigara mı, yoksa futbol mu?” ültimatomları sinir bozucuydı. Ağaran saçlarına, yılları eklemişti. Çocukluk aşkını mutlu etmiş, Barcelona'ya bir gelecek armağan etmiş, son olarak da “-Selvi Boylum Al Yazmalım'ı bilenler bilir, pek benzemez gerçi bu ona-” Feyenoordluları da mutlu etmişti. Bir filozof, bir bilim adamı, bir efsanenin bırakma vakti gelmişti. Futbol kitapları onun için sadece “Total Futbol'un ideal forveti” yazadursun, Cruyff bir devrin adamıydı.

Doktorlara verdiği cevaba gelince... Elbette ki sigarayı seçmişti. Şöyle diyordu Cruyff: “Doktorlar sigarayı bırakmazsam artık futbol oynayamayacağımı söylediler. Ben de futbolu bıraktım.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder