24 Ekim 2012 Çarşamba

Galatasaray 1-1 CFR Cluj


Büyük umutların, özlem dolu hayallerin sahaya yansımasıydı Galatasaray'ın bu sezon Şampiyonlar Ligi'ne geri dönüşünün hikâyesi. Zira UEFA Kupası zaferiyle övünülerek geçen yılların ardından, sahne artık Galatasaray'ın tekrar ışıklar altına inmesini bekliyordu. Belki de bu büyüleyici atmosfer, 23 ekim gecesi sahaya düşen yağmur taneleri gibi ansızın gitti gözler önünden, bizler de biraz olsun gerçekleri görebildik...

Sahaya çıkan kadro, oynanan futbol veya tribünlerden ziyade değinmek istediğim ilk nokta, tüm olumlu işleri, Galatasaray'ı içine çeken bir bataklık haline getiren saha zemini... Bunca hayali gerçekleştirmek adına sahaya iniyorsun, arkanda 35.000 kişi önünde de kazanman gereken bir maç var, gel gör ki bir zamanın Avrupa fatihi maçını cehennem değil, bir olimpik havuzda oynuyor! Futbolun gerçekleri de, yeşil çimlere düşen yağmur taneleri gibi berraktı dün gece. Futbol sadece sahada bitmiyordu, milyon dolarlık futbolcuların işi miydi burada oynamak? Kim ne derse desin, dün gece tüm istatistikleri bozguna uğratmış Galatasaray'a "dur" diyen ne Cluj'dü, ne de bir başkası... Galatasaray, kendi bataklığında boğuldu. Milyon dolarlık Arena, ne suyu boşaltabildi, ne de buna çözüm bulabildi. 2012 yılında sular, çekçek yardımıyla süpürüldü... Bu maçı devam ettirmek niyetindeki hakem heyetineyse sözüm yok... Bahaneler ardına sığınmayalım yahu(!)

Sahaya çıkan ilk 11, kesinlikle hatalarından ders almış bir Galatasaray'ın göstergesiydi. Sabri ve Engin ilk 18'e alınarak belki de sezon boyunca ilk defa kulübeye gerçek anlamda "kan" gelmiş, sol bekte olması gereken adam Riera denenmiş, uçtaki ikili de Elmander-Umut ile oluşmuştu. Teknik heyet ve hoca, Cluj'ü hatim etmişti besbelli. Çünkü, denenebilecek en iyi kadro sahadaydı. Zaten kendi liginde, hatta kendi evinde de eli kolu bağlı olan Cluj, böyle bir atmosferden puanla çıkmamalıydı... En azından, oluşan tablo bunu gösteriyordu, tablonun üzeri de "ıslandı" dün gece, tüm renkler birbirine karıştı.

Cluj, hızlı bir atakla maça başlasa da, oyunun hakimi ilk 20 dakika için kuşkusuz Galatasaray'dı, bu zaten alışılmış senaryoydu. İlk pozisyonu vermeden Galatasaray'ın gole gittiğini bu sezon uzun zamandır da izleyememiştik, ne yazık ki senaryonun devamı da öylesine tanıdıktı ki, izleyenlere Ordu, Es-Es, Braga ve hatta ucundan bir Gençlerbirliği maçı özeti tadını da verdi... Zaten oyun kurmakta zorlanan Galatasaray, rakibinin en büyük zaafı olan kanat savunmasını da zeminin azizliğinden delemedi. Öyle ki, bir çok pozisyonda topu alıp Allah ne verdiyse gitme düşüncesinde olan Amrabat, bir çok kez koşusuna topsuz devam etmek zorunda kaldı. Topun niyetleri arasında gitmek pek yoktu... Ceza sahasına girememesine alıştığımız Galatasaray bir de kanatlardan da Allah'ın emriyle çökünce, alışılagelmiş o sonuçlandırılamayan boğucu baskı da yerini senaryonun bir sonraki safhasına bıraktı: Kontra ataktan yenilecek gol... Belki de sahanın tek kuru yanı olan Braga'nın sol kanadından sürüklenen top Eboue'nin ortaya ısrarla müdehale etmemesiyle ceza sahasına doğru yöneldi, taca çıkan orta maçın en talihsiz adamlarından Dany'nin sihirli dokunuşu senaryoyu perçinledi, Galatasaray bir kez daha domine ettiği ilk dakikaların ardından hızlı hücuma mağlup olup topu ağlarında görecekti...
Amrabat'ın ayakta duramaması, ısrarla tıkanan Hamit'in kanadından denenen hücumlar.. Bir de üzerine Galatasaray'ın sağ kanadının gölete olan dönüşümünü tamamlaması.. Sakatlık kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu, Hamit zemine kurban edilirken yerine oyuna alınan Burak da yokları oynayacaktı, en azından belli bir süre... Fakat değinmek istediğim asıl nokta Elmander. Sakatlıktan dönen bir futbolcu düşünün... Kırk yıllık Galatasaraylı gibi sahaya çıksın mücadele etsin, üzerine kaşı açılsın, devam etsin... Oyunu tamamlayamamış olabilir fakat Galatasaray kazanamadıysa bunun sebebi Elmander'i de zemine kurban edişindendir, her zaman arkasında durduğum bir şekilde Elmander, görünmeyen istatistiklerde Galatasaray'ı taşımaya devam ediyordu, edemedi...

2. yarı Galatasaray rakip kaleyi ablukaya almaya devam etti, saha biraz daha kötüydü ama amaç yolunda bir çok araçtan vazgeçmekte Türk mantığıydı, futbolcular Melo'sundan Semih'ine kadar bu mantıkla mücadele etti, sakatlanma uğruna en azından bir puan için oynadı. Bu, dün gecenin takdire şayan mücadelesiydi. İnkar edilemezdi, rakamlar da bunu gösteriyordu... "Rizeli" Amrabat'ın 8 milyonu hak ettiğini kanıtladığı gece yaptıkları, tek kelime ile bir Galatasaraylı'nın işiydi. Futbolcuların kazanmak istediği ortadaydı, ellerinden geleni de yaptılar doğrusu. Rakamları tek tek saymak istemiyorum. Sabri'nin tüm sezon oynamamasına rağmen, formaya küslük olmayacağını bilmesi de en duygulu anlardan biriydi. 73 orta açan Galatasaray, Burak'ın kafasıyla beraberlik golünü buldu. Tüm emeklerin karşılığı bu değildi lakin en azından bununla yetinilebilirdi...

Tüm bu eleştirilerin uzağında, bir Galatasaraylı olarak eklenilmesi gerektiğini bildiğim bir ayrıntı var. 2000 yılında Galatasaray, UEFA Kupası'nı kazandığında, ilk 3 maçında tıpkı bugüne benzer bir senaryoyla sadece 1 puana sahipti. Takımın başında yine Fatih Terim, sahada da dün geceki gibi kazanmaktan başka yol bilmeyen 11 yürek vardı. Kötü oynayıp kazanmaktansa, iyi oynayıp böyle mağlup olmak yarınlara dair en güzel umudun kaynağı şüphesiz. Zaten ne formaya, ne de takıma küslük olmayacağını hepimiz iyi biliriz. Galatasaray'ın olduğu yerde umut vardır, gerisi ise teferruat! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder